1978’in Temmuz ayıydı. DEMAKD yöneticiliğimin son günleriydi. Kısa süreliğine içeri düşmüştüm. Gerçi o zamanlar Bayrampaşa kamp yeri gibiydi. Siyasi koğuşta yaşam, daha sonra gelecek olan 12 Eylül dönemine göre neredeyse tatil köyünü aratmıyordu. İsteyen her kişi, içerdeki herhangi bir kişiyi ziyaret edebiliyordu. Hatırladığım kadarıyla görüşler Çarşamba veya Perşembe günleri yapılıyordu. İlk iki hafta gelen arkadaşlar ve aileden birkaç kişi dışında benim ziyaretime çok fazla gelen olmuyordu.
Yine bir görüş günü ziyaretçisi gelenlerin isimleri okunmuş ve koğuş boşalmıştı. Birkaç arkadaşla birlikte havalandırmada otururken ve görüş saatinin bitmesine kısa bir süre kalmışken adım anons edildi. Şaşırdım ve kısa sürede üstümü değiştirip görüş kabinlerine gittim. Ziyaretçimin kim olduğunu ve hangi kabinde bulunduğunu bilmediğimden, merakla tüm kabinlere bakarak ziyaretçimin bulunduğu kabini aradım. Ziyaret saati de bitmek üzere olduğundan, kabinler de boşalmaya başlamıştı. Sonunda boş bir kabinin camlı ve demir parmaklıklı bölmesinin öbür tarafında O’nu gördüm.
Dernekte O’nu hep giydiği pantolonu, sırtında parkası, boynuna doladığı atkısı, omuzuna astığı çantası ve bir de sert bakışlarıyla görmeye alıştığımdan, kabindeki haline şaşırdım. Beyaz minik desenleri olan koyu denebilecek mavi bir elbise giymişti. Elbette Temmuz sıcağında parka giyecek hali yoktu. Ama O’nu ilk kez bir elbise ile görüyordum. Üstelik gülümsüyordu…
Ziyaret saatinin kalan kısa süresinde hayatım boyunca unutmadığım bir sohbet oldu. Gerçi zaman zaman dernekte de diğer arkadaşların da bulunduğu ortamlarda sohbetlerimiz oluyordu. Ancak O herkese karşı sürekli belli bir mesafeyi muhafaza ediyordu. İki camla ve iki camın arasında demir parmaklıkla ayrılmış bu küçük görüş kabininde sesimizi duyurabilmek için üstte bulunan ızgaraya doğru konuşarak yaptığımız sohbet her zamankinden daha içtendi. Okuldan, bölgede neler olup bittiğinden, duruşmamın ne zaman yapılacağından… yani kısaca o günlerdeki güncel hayatımızdan söz ettik. Kabinden hoşça kal diyerek ve kısa sürede çıkmamı dileyerek ayrıldığında geride dostluğunun sıcaklığı kalmıştı.
……..
Ferda’yı Yıldız’daki faşizme karşı devrimci mücadelede tanıdım. Benim gibi, DEMAKD’a sürekli gelip giden biri idi. Hatta aynı yıl okula girmiş olmamıza karşın, dernekte benden de eskiydi. O gündüz elektrik bölümünde ben ise akşam makinada olduğumdan, yalnızca toplantılarda ve dernekte verilen seminerlerde veya yürüyüşlerde karşılaşıyorduk. Oturup uzun boylu sohbet etmişliğimiz de yoktu. Daha sonra 1977 sonbaharında DEMAKD yöneticisi olarak seçildikten sonra, doğal olarak derneğe gelenleri, o arada O’nu da daha yakından tanımaya başlamıştım.
1977 – 1978 dönemi, abartı olmaksızın, Yıldız’ın en zor dönemiydi.
12 Mart faşizminin ardından gelen 70’li yıllar bir yandan devrimci mücadelenin yükseldiği, öte yandan faşist saldırıların resmi bir politika olarak arttığı yıllardı. Milliyetçi Cephe hükümetleri (bugünleri hazırlayan uygulamaların başlangıcı olarak) devletin tüm kurumlarını ele geçirirken üniversiteler de, yol verilen faşistler tarafından sistematik olarak işgal edilmeye başlanmıştı. Faşist işgal altındaki okullara devrimciler sokulmuyor, tarafsız gözüken öğrenciler ise zorla Cuma namazlarına ve faşist derneklerdeki toplantılara götürülüyorlardı.
Bu sürece Devrimci Gençlik müdahil olmuş ve üniversiteleri faşist işgallere terk etmeme, işgal atındaki okullarda ise faşist işgalleri kırma kararı almıştı.
Bu dönemde, özellikle 1977’nin son aylarında, Yıldız da faşistlerin başlıca hedeflerinden biri olmuştu. Devrimciler, onlarca arkadaşlarının canları ve kanları pahasına Yıldız’ı faşistlere terk etmediler.
Ferda bu yıllarda devrimci hareketin öncülüğünde ve DEMAKD bünyesinde okulda olduğu gibi okul dışında da devrimci mücadelenin ön saflarında yer almış kararlı ve korkusuz bir devrimci idi.
1977’nin son aylarında Yıldız faşistler tarafından, önce Harita, birkaç gün sonra Makina katını alarak, neredeyse kat, kat işgal edilirken, devrimciler DEMAKD yöneticisi “Avukat” İbo’nun öncülüğünde ısrarla Elektrik Fakültesi katına çıkarak okulu terk etmediler. Ferda’nın da içinde yer aldığı bu bir avuç kararlı ve korkusuz devrimci okulun faşistlerin eline geçmesini önlemede belirleyici bir rol oynadılar. Sonuçta, DEMAKD yönetiminin kararlı tutumu, gece ve gündüz bölümünde devrimcilerin canları pahasına korkusuzca verdikleri mücadelesi sonucunda Yıldız terk edilmedi ve faşistlere teslim edilmedi.
Bu gün bir çok meslek odasında halen yurtseverler, demokratlar ve devrimciler yönetimlerdeyse, bunun en belirleyici nedeni 70’li yıllarda Ferda’nın da ön saflarında yer aldığı devrimci gençlik tarafından verilen faşizme karşı mücadele sonucunda, bu okullarda okuyan öğrencilerin faşist ideolojiye teslim olmadan kendi kimlikleri ile bu okullarda okuma olanağı bulmuş olmalarıdır.
Bu mücadelenin bugün yükseltilememesi sonucunda; okulların, mahallelerin, kurumların tümüyle faşistleştirilmesinin sonuçlarını her gün acı bir şekilde görmekteyiz. Bu durum Ferdaların geçmişteki mücadelesinin ne kadar önemli olduğunu ortaya koymaktadır.
Ferdamız geçmişte verilen devrimci mücadelenin kahramanlarından biri idi. Hiçbir döneminde faşizme boyun eğmediği yaşamının son anına kadar duruşunu bozmadan onurlu bir yaşam sürdü. Hasta yatağının başında üzüntümü gizlemeye çalışırken, ölümü ile ilgili şakalar yapacak kadar, hatta bana “öldükten sonra arkamdan neler yazacaksın, şimdiden yaz da gitmeden okuyayım” diyecek kadar güçlü ve onurlu bir şekilde ölümün gelmesini bekledi. Yazdıklarımı okuduğunda ise, “çok abartılı olmamış mı?” diyecek kadar da mütevazı idi. Giderken de bize bir yaşam dersi verdi.
Ne söylesek eksik kalır… Tüm yaşamı boyunca; yardımsever bir insan, iyi bir arkadaş, iyi bir sosyalist ve özverili bir anne olarak yaşadı.
Artık onu yıldızlara uğurladık. Geriye bize anıları ve böyle bir yoldaşa sahip olmanın gururu kaldı. Bir de “bizimkiler böyle ölür” dedirten onuru…
Işıklar içinde uyu sevgili yoldaşımız Ferda.
11 Nisan 2025 - Muğla